HİPERTANSİYON:
Hipertansiyon (yüksek tansiyon), insan sağlığını ciddi fakat sinsi bir biçimde tehdit eden bir durumdur. Yüksek tansiyonun kendisi bir hastalık değil, vücutta gelişen bazı hastalıkların yarattığı sonuçlardan biridir. Ancak yüksek tansiyon geliştikten sonra kendisi de birçok hastalıkların başlıca nedenini oluşturmaktadır. Hipertansiyona halk arasında büyük bir sıklıkla rastlanmaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde, halkın % 10-15′inde hipertansiyon olduğu saptanmıştır. Bu oran son derece yüksek bir orandır. Hipertansiyon kesinlikle yaşam süresini kısaltmaktadır. Tansiyonun yüksekliğiyle yaşamın kısalması birbirine paralellik göstermektedir. Tedavi görmeyen bir hipertansiyon hastasının, hipertansiyonun yerleşmesinden sonra ümit edilen yaşam süresi 20 yıl kadardır. Ancak gerek Brtansiyonu gerekse bunu yaratan asıl „ atalığı tedavi edilen kişiler, normal bir insanın yaşam süresine erişebilmektedirler. Bilindiği gibi kalbin kasılması (yani sistol) sırasında saptanan kan basıncı değerine “Sistolik tansiyon” denilmektedir.
25 Ocak 2012 Çarşamba
Kadın Doğum Terimleri
} Oluk(groove) İşareti: Lenfogranuloma Venerum için patognomoniktir.
} Nuck Kanalı Kisti: Lig. Teres Uterinin inguinal kanaldan geçerken bir parça peritonuda kendisiyle beraber sürüklemesi sonucu oluşan yapının erişkin çağda kistleşmesidir.
} Schiller-Duval Cisimcikleri: Endodermal Sinüs Tümörü(yolk sak tümörü) için karakteristiktir.
} Kabara Çivisi(Hobnail) Hücreleri: overin Clear Cell karsinomasında(=Mezonefroid Tümör) gözlenen hücrelerdir.
} İki Hücre - İki Gonadotropin Mekanizması: Folikül içerisindeki steroid hormonlarının sentezi bu mekanizma aracılığı ile sağlanır.
} Nuck Kanalı Kisti: Lig. Teres Uterinin inguinal kanaldan geçerken bir parça peritonuda kendisiyle beraber sürüklemesi sonucu oluşan yapının erişkin çağda kistleşmesidir.
} Schiller-Duval Cisimcikleri: Endodermal Sinüs Tümörü(yolk sak tümörü) için karakteristiktir.
} Kabara Çivisi(Hobnail) Hücreleri: overin Clear Cell karsinomasında(=Mezonefroid Tümör) gözlenen hücrelerdir.
} İki Hücre - İki Gonadotropin Mekanizması: Folikül içerisindeki steroid hormonlarının sentezi bu mekanizma aracılığı ile sağlanır.
Fetusun Prezantasyon Bozuklukları
Fetusun Prezantasyon Bozuklukları
(Oblik ve Yan duruşları, Makat Gelişi,Alın Gelişi: ,Yüz Gelişi)
a. Oksiput Posterior Geliş (Prezantasyon):
Doğumların yaklaşık %11 kadarında pelvis giriminde bebeğin başı oksiput posterior (O:P.) pozisyonunda bulunur ve daha sonra spontan olarak oksiput anteriora (O:A.) döner. Olguların %5 kadarında ise rotasyon olmaz ve persiste O:P. durumu ortaya çıkar. Sırt solda veya sağda (soldan 2-3 defa daha fazla) olabilir. Genellikle gynekoid pelvis dışındaki pelvis tiplerinde (android , antrapoid , uzun pelvis , orta pelvis darlığı) rastlanan bu geliş bozukluğuna iri bebek ve plasenta previya olgularında da rastlanır.
Çoğunlukla O.P. da doğum O.A. oranla çok büyük farklılıklar göstermez ve fetus başı perineye kadar ilerler. Baş pelvis uygunsuzluğu yoksa uterus kontraksiyonları düzene sokulurken spontan doğumun kolaylaştırılması için anne, bebeğin oksiputunun bulunduğu tarafa yatırılır ve bebeği O.A. dönmesi sağlanmaya çalışılır. Bu esnada bebek solunum distresi açısından yakında izlenmelidir. Eğer rotasyon olmazsa fetus çıkıma kadar O.P.pozisyonunda ilerler.
(Oblik ve Yan duruşları, Makat Gelişi,Alın Gelişi: ,Yüz Gelişi)
a. Oksiput Posterior Geliş (Prezantasyon):
Doğumların yaklaşık %11 kadarında pelvis giriminde bebeğin başı oksiput posterior (O:P.) pozisyonunda bulunur ve daha sonra spontan olarak oksiput anteriora (O:A.) döner. Olguların %5 kadarında ise rotasyon olmaz ve persiste O:P. durumu ortaya çıkar. Sırt solda veya sağda (soldan 2-3 defa daha fazla) olabilir. Genellikle gynekoid pelvis dışındaki pelvis tiplerinde (android , antrapoid , uzun pelvis , orta pelvis darlığı) rastlanan bu geliş bozukluğuna iri bebek ve plasenta previya olgularında da rastlanır.
Çoğunlukla O.P. da doğum O.A. oranla çok büyük farklılıklar göstermez ve fetus başı perineye kadar ilerler. Baş pelvis uygunsuzluğu yoksa uterus kontraksiyonları düzene sokulurken spontan doğumun kolaylaştırılması için anne, bebeğin oksiputunun bulunduğu tarafa yatırılır ve bebeği O.A. dönmesi sağlanmaya çalışılır. Bu esnada bebek solunum distresi açısından yakında izlenmelidir. Eğer rotasyon olmazsa fetus çıkıma kadar O.P.pozisyonunda ilerler.
ÇİNKO EKSİKLİĞİ TEDAVİSİ
ÇİNKO EKSİKLİĞİ TEDAVİSİ
GİRİŞ VE AMAÇ
Zn bir eser element olup yaklaşık 300 enzimin aktif merkezidir(1). Eksikliğinin semptomları spesifik olmayıp büyüme geriliği, diyare, alopesi, glossit, tırnak distrofisi, azalmış immunite ve hipogonadizm ile ilişkilendirilmektedir(2,3).
Malnutrisyon, alkolizm, inflamatuar barsak hastalıkları, malabsorbsiyonsendromuZn eksikliği riskini artırmaktadır(2). Zn eksikliği kırsal kesimde yaşayan ve düşük Zn içerikli ya da yüksek fitat içerikli besinleri tüketen çocuklarda sıktır(4).
Bu çalışmada; 15 yaşında büyüme geriliği ve puberte gecikmesi bulguları izlenen, bunlara son 6 aydır çabuk yorulma ve baş dönmesi şikayetleri eklenen hastaya Zn eksikliği tanısı konulmuş olup, hastanın tedavi planlaması araştırılmıştır.
YÖNTEM
PUBMED’de “Zndeficiency”, “Zntreatment”, “growthretardationandZn” anahtar kelimeleri girilerek ilgili makaleler tarandı.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Zn eksikliği tedavisi çinko suplementar tedavi ve çinko spesifik tedavi olmak üzere iki kategoride sınıflandırılmaktadır. Tedavide kullanılan preparatlar inorganik çinko bileşikleri, polaprezinc (promac) ve çinkodur(1,2).
GİRİŞ VE AMAÇ
Zn bir eser element olup yaklaşık 300 enzimin aktif merkezidir(1). Eksikliğinin semptomları spesifik olmayıp büyüme geriliği, diyare, alopesi, glossit, tırnak distrofisi, azalmış immunite ve hipogonadizm ile ilişkilendirilmektedir(2,3).
Malnutrisyon, alkolizm, inflamatuar barsak hastalıkları, malabsorbsiyonsendromuZn eksikliği riskini artırmaktadır(2). Zn eksikliği kırsal kesimde yaşayan ve düşük Zn içerikli ya da yüksek fitat içerikli besinleri tüketen çocuklarda sıktır(4).
Bu çalışmada; 15 yaşında büyüme geriliği ve puberte gecikmesi bulguları izlenen, bunlara son 6 aydır çabuk yorulma ve baş dönmesi şikayetleri eklenen hastaya Zn eksikliği tanısı konulmuş olup, hastanın tedavi planlaması araştırılmıştır.
YÖNTEM
PUBMED’de “Zndeficiency”, “Zntreatment”, “growthretardationandZn” anahtar kelimeleri girilerek ilgili makaleler tarandı.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Zn eksikliği tedavisi çinko suplementar tedavi ve çinko spesifik tedavi olmak üzere iki kategoride sınıflandırılmaktadır. Tedavide kullanılan preparatlar inorganik çinko bileşikleri, polaprezinc (promac) ve çinkodur(1,2).
DİABETES MELLİTUS VE TEDAVİSİ
DİABETES MELLİTUS VE TEDAVİSİ
Diabetes mellitus insülin eksikliği, yokluğu veya insülin direnci sonucunda meydana gelen karbohidrat, lipid ve protein metabolizmasında bozukluklara yol açan ve kendisine özgü akut ve kronik komplikasyonlar ile seyreden bir hastalıktır. Çok su içme, çok idrar yapma, normal veya aşırı yemeğe rağmen kilo kaybı klasik semptomlarıdır. Bu semptomlar Tip 1 diabetli vakalarda daha belirgin iken Tip 2 diabet vakalarında bazen hastalar asemptomatik olabilir ve tesadüfen tanı konabilir. Diabetes Mellitus tanısında kullanılan kriterler şöyledir:
1- Diabet semptomları ile birlikte herhangi bir anda bakılan kan şekerinin 200 mg/dl üzerinde olması (Açlık kan şekeri ile doğrulanmalıdır).
2- En az 8 saatlik açlıktan sonra açlık plazma glukozunun 126 mg/dl üzerinde olması (En az 2 kez gösterilmelidir)
3- 75 gram glukoz ile yapılan oral glukoz tolerans testinde (OGTT) 2. saat kan şekerinin 200 mg/dl üzerinde olması ile tanı konur. OGTT’de 30-60-90. dakika değerlerinden birisi 200 mg/dl üzerinde ve 2. saat kan şekeri değeri 140-200 mg/dl arasında ise bozuk glukoz toleransı olarak değerlendirilir.
Açlık veya tokluk kan şekerine göre tanı konulanlarda mutlaka ikinci bir açlık kan şekeri değeri ile teşhis doğrulanmalıdır.
Diabetes Mellitus’da etiyolojik sınıflama:
1) Tip 1 diabetes mellitus
2) Tip 2 diabetes mellitus
3) Sekonder nedenler
Diabetes mellitus insülin eksikliği, yokluğu veya insülin direnci sonucunda meydana gelen karbohidrat, lipid ve protein metabolizmasında bozukluklara yol açan ve kendisine özgü akut ve kronik komplikasyonlar ile seyreden bir hastalıktır. Çok su içme, çok idrar yapma, normal veya aşırı yemeğe rağmen kilo kaybı klasik semptomlarıdır. Bu semptomlar Tip 1 diabetli vakalarda daha belirgin iken Tip 2 diabet vakalarında bazen hastalar asemptomatik olabilir ve tesadüfen tanı konabilir. Diabetes Mellitus tanısında kullanılan kriterler şöyledir:
1- Diabet semptomları ile birlikte herhangi bir anda bakılan kan şekerinin 200 mg/dl üzerinde olması (Açlık kan şekeri ile doğrulanmalıdır).
2- En az 8 saatlik açlıktan sonra açlık plazma glukozunun 126 mg/dl üzerinde olması (En az 2 kez gösterilmelidir)
3- 75 gram glukoz ile yapılan oral glukoz tolerans testinde (OGTT) 2. saat kan şekerinin 200 mg/dl üzerinde olması ile tanı konur. OGTT’de 30-60-90. dakika değerlerinden birisi 200 mg/dl üzerinde ve 2. saat kan şekeri değeri 140-200 mg/dl arasında ise bozuk glukoz toleransı olarak değerlendirilir.
Açlık veya tokluk kan şekerine göre tanı konulanlarda mutlaka ikinci bir açlık kan şekeri değeri ile teşhis doğrulanmalıdır.
Diabetes Mellitus’da etiyolojik sınıflama:
1) Tip 1 diabetes mellitus
2) Tip 2 diabetes mellitus
3) Sekonder nedenler
KRONİK HEPATİTLER:
KRONİK HEPATİTLER:
Karaciğerin 6 aydan uzun süren diffüz iltihabi hastalığı kronik hepatit olarak tanımlanır.
Etyoloji:
Kronik viral hepatit
Otoimmün hepatit
İlaç kullanımına bağlı gelişen kronik hepatit
Alkol kullanımına bağlı gelişen kronik hepatit
Metabolik bozukluklar sonucu gelişen kronik hepatit
Karaciğer yağlanması sonucu gelişen hepatit ( steatohepatit)
Alkol kullanımına bağlı gelişen kronik hepatit
Kriptojenik hepatit
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de görülen hepatitlerin en sık nedeni %86 gibi yüksek bir oranda viraldir ve HBV’ye bağlı olanlar %46 iken HCV %35 olarak bildirilmiştir.
Kronik viral hepatit
Karaciğerin 6 aydan uzun süren diffüz iltihabi hastalığı kronik hepatit olarak tanımlanır.
Etyoloji:
Kronik viral hepatit
Otoimmün hepatit
İlaç kullanımına bağlı gelişen kronik hepatit
Alkol kullanımına bağlı gelişen kronik hepatit
Metabolik bozukluklar sonucu gelişen kronik hepatit
Karaciğer yağlanması sonucu gelişen hepatit ( steatohepatit)
Alkol kullanımına bağlı gelişen kronik hepatit
Kriptojenik hepatit
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de görülen hepatitlerin en sık nedeni %86 gibi yüksek bir oranda viraldir ve HBV’ye bağlı olanlar %46 iken HCV %35 olarak bildirilmiştir.
Kronik viral hepatit
Tip 1 diabetes mellitus
Tip 1 diabetes mellitus
ÖZET
Tip 1 diabetes mellitus (DM) çocukluk yafl grubunda pankreas›n beta hücrelerinin süregelen otoimmün veya otoimmun d›fl› nedenlerle
haraplanmas› sonucu geliflen insülin yetersizli¤i ve hiperglisemi ile karakterize kronik metabolik bir hastal›kt›r. Dünyada befl yafl
civar›ndaki genel prevalans 1/1430, 16 yafl›nda ise 1/360 civar›ndad›r. Ülkemizdeki prevalans› yaklafl›k 1/2000’dir. Etiyolojisinde genetik
ve çevresel birçok etken rol oynamaktad›r. Poliüri, polidipsi ve kilo kayb› ile kendini gösteren tip 1 DM, insülin, egzersiz ve beslenmenin
planlanmas› ile tedavi edilmektedir. Birçok farkl› insülin rejimi yan›s›ra immünoterapi gibi yeni tedavi yöntemleri üzerinde de çalışılmaktadır
r. (Güncel Pediatri 2007; 5: 1-10)
Diabetes Mellitus, insülinin mutlak eksikliği veya sentez ve sekresyon bozukluğu veya reseptör ve/veya postreseptör düzeyde etkisinin yeterli olmaması sonucu gelişen, karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmalarını etkileyen metabolik bir sendromdur.
DİABETES MELLİTUS
DİABETES MELLİTUS
Diyabetes Mellitusun Tipleri
1. Diabetes mellitus tip 1
2. Diabetes mellitus tip 2
3. Maturity onset diabetes mellitus
Tip 1 Diyabetes Mellitusun Genel Özellikleri
• Bir anabolik hormon olan insülinin tam veya kısmi yokluğu sonucu oluşan kronik metabolik bir hastalıktır.
• İnsülin, pankreasın Langerhans adacıklarındaki β-hücreleri tarafından sentez edilir. Bu hücrelerin yokluğu veya zedelenmesi ile kaybolması tip 1 diyabetes mellitus ile sonuçlanır.
• Tedavisinde mutlaka insülinin dışarıdan verilmesi gerektiğinden insüline bağımlı diyabetes mellitus olarak da adlandırılır.
Tip 2 Diyabetes Mellitusun Genel Özellikleri
Diyabetes Mellitusun Tipleri
1. Diabetes mellitus tip 1
2. Diabetes mellitus tip 2
3. Maturity onset diabetes mellitus
Tip 1 Diyabetes Mellitusun Genel Özellikleri
• Bir anabolik hormon olan insülinin tam veya kısmi yokluğu sonucu oluşan kronik metabolik bir hastalıktır.
• İnsülin, pankreasın Langerhans adacıklarındaki β-hücreleri tarafından sentez edilir. Bu hücrelerin yokluğu veya zedelenmesi ile kaybolması tip 1 diyabetes mellitus ile sonuçlanır.
• Tedavisinde mutlaka insülinin dışarıdan verilmesi gerektiğinden insüline bağımlı diyabetes mellitus olarak da adlandırılır.
Tip 2 Diyabetes Mellitusun Genel Özellikleri
SİNİR LİFİ TİPLERİ
SİNİR LİFİ TİPLERİ
Erlanger ve Gasser adlı araştırıcılar, sinir liflerini myelinli, myelinsiz kalın ve ince oluşlarına göre tiplere ayırmışlardır. Çapı ve myelin kılıfı en kalın sinirler en hızlı impuls ileten sinirlerdir. Organizmada bazı sinirlerin ince ve yavaş; diğerlerinin kalın ve hızlı ileten lif olmasının bir mantığı vardır. Vücudun en hızlı aktivite gösteren iskelet kaslarının motor uyarıları ve bu kaslara ait proprioseptif duyuları (kas eklem ve tendonlara ait o anki bilgileri merkezi sinir sistemine taşıyan duyular) en hızlı ileten A alfa gurubu liflerle taşınırken; hafif dokunma, kaşınma, gıdıklanma, seks duyuları gibi organizma için hayati bir önemi olmayan duyular en yavaş ileten C tipi lifler ile taşınır. Buna göre sinir lifleri en kalın çaplı ve en kalın myelinli sinirlerden başlayarak, en ince ve myelinsiz liflere kadar A, B,C diye guruplara ayrılır. Ayrıca A gurubu da alfa, beta, gama ve delta alt guruplarına ayrılır. A ve B tipi lifler myelinli, C tipi ince ve myelinsizdir. En hızlı ileten A alfa gurubunda ortalama lif çapı 12-20 mikron ve ileti hızı ortalama 100 m/s iken; en yavaş C tipi liflerin çapı ortalama 0.5 mikron ve ileti hızları; 0.5 m/s dir. Basit bir derecelendirme yapılırsa:
A gurubu: (Kalın çaplı , myelinli)
A alfa (Aα): İskelet kası motor sinirleri, proprioseptif lifler
AKSİYON POTANSİYELLERİ
AKSİYON POTANSİYELLERİ
Uyarılma (excitation)
Uyarılabilen bir hücre (veya doku), fiziksel, kimyasal veya elektriksel bir uyaran ile depolarize edilebilir. Bunun için uyaran şiddetinin hücreye yeteri kadar pozitif yüklü iyon geçişine yol açması gerekir. Hücre içine (+) yük girişiyle, membran potansiyeli ateşleme seviyesine kadar (-50; -60mV) değiştirilebilirse, Na+’un bütün voltaja bağlı kanalları açılacağından; Na+, hızla hücre içine akar ve bir aksiyon potansiyeli başlar. Eğer verilen uyarı, eşik altı değerde ise ve membran potansiyelini ateşleme seviyesine çıkaracak pozitif yükün hücreye girişini sağlayamadı ise, istirahat membran potansiyeli hafifçe pozitif yönde değişir, örneğin -70 iken, -68 olur, ancak depolarizasyon yönündeki bu küçük potansiyel değişiklik bir aksiyon potansiyeline yol açamaz. O bölgede lokal, iletilemeyen bir potansiyel değişikliği söz konusu olur. Buna da bulunduğu bölgeye göre: elektrotonik potansiyel, jeneratör potansiyeli, sinaptik potansiyel gibi adlar verilir. Katod ışınlı osiloskopta (CRO) bu potansiyel değişiklik, spike potansiyeli olan bir aksiyon potansiyeli gibi değil; giderek sönen exponansiyel bir eğri çizer. Bu eğrinin amplitütü, uyaran şiddeti ile orantılıdır. Eşik altı uyaran şiddeti ne kadar yükselirse, amplitüt de o kadar yükselir. Ancak uyaran şiddeti eşik uyarana ulaşınca artık bir aksiyon potansiyeli meydana gelir. Buna göre, aksiyon potansiyelinin uyarılma eşiği var, lokal potansiyelin uyarılma eşiği yoktur.
Uyarılabilen bir hücre eşik ve eşiküstü bir uyarana tek tip bir aksiyon potansiyeli ile yanıt verir. Eşik altı
PERİFERİK SİNİRLERDE İLETİ ÖZELLİKLERİ
PERİFERİK SİNİRLERDE İLETİ ÖZELLİKLERİ
Sinir hücreleri (neuron’lar)
MSS’de yaklaşık 100 milyar kadar sinir hücresi (neuron) ve bunların 30 veya 50 katı kadar glial hücre bulunduğu var sayılmaktadır. Nöronlar uyarı doğurma ve iletme özelliğine sahip olup, sinir sisteminin tanımlanan esas fonksiyonunu yerine getirirler. Glial hücreler ise nöronal fonksiyona gerekli koşulları hazırlar ve ara dokuyu oluşturur. Glial hücrelerin genel olarak; mikroglia, oligodendrogliositler, ve astrositler gibi çeşitleri vardır. Mikroglialar fagositozdan sorumludur. MSS’de oluşan zararlı ve artık maddeleri ortadan kaldırırlar. Oligodendrogliositler, MSS içindeki aksonlar etrafında myelin kılıfı oluşturur. Astrositler ise, yine myelin kılıf yapısına katkıda bulunmakla birlikte, özellikle pseudopodları (yalancı ayak) ile beyin damarlarının endotel hücrelerinin etrafını sararak, kan-beyin bariyerinin geçirimsiz yapısını oluşturur. Astrositlerin aynı zamanda ekstrasellüler iyon konsantrasyonlarının dengelenmesinde, aşırı uyarılmaya bağlı artmış K+ iyonlarının ortamdan uzaklaştırılmasında ve bazı nörotransmitterlerin örn. glutamatın metabolizmasında da rol oynadığı bilinmektedir.
Merkezi sinir sisteminde (MSS) büyüklük ve şekil bakımından farklı pek çok nöron çeşidi olmakla birlikte; çoğunun yapısal elemanları ve fonksiyonları birbirine benzer.
Sinir hücreleri (neuron’lar)
MSS’de yaklaşık 100 milyar kadar sinir hücresi (neuron) ve bunların 30 veya 50 katı kadar glial hücre bulunduğu var sayılmaktadır. Nöronlar uyarı doğurma ve iletme özelliğine sahip olup, sinir sisteminin tanımlanan esas fonksiyonunu yerine getirirler. Glial hücreler ise nöronal fonksiyona gerekli koşulları hazırlar ve ara dokuyu oluşturur. Glial hücrelerin genel olarak; mikroglia, oligodendrogliositler, ve astrositler gibi çeşitleri vardır. Mikroglialar fagositozdan sorumludur. MSS’de oluşan zararlı ve artık maddeleri ortadan kaldırırlar. Oligodendrogliositler, MSS içindeki aksonlar etrafında myelin kılıfı oluşturur. Astrositler ise, yine myelin kılıf yapısına katkıda bulunmakla birlikte, özellikle pseudopodları (yalancı ayak) ile beyin damarlarının endotel hücrelerinin etrafını sararak, kan-beyin bariyerinin geçirimsiz yapısını oluşturur. Astrositlerin aynı zamanda ekstrasellüler iyon konsantrasyonlarının dengelenmesinde, aşırı uyarılmaya bağlı artmış K+ iyonlarının ortamdan uzaklaştırılmasında ve bazı nörotransmitterlerin örn. glutamatın metabolizmasında da rol oynadığı bilinmektedir.
Merkezi sinir sisteminde (MSS) büyüklük ve şekil bakımından farklı pek çok nöron çeşidi olmakla birlikte; çoğunun yapısal elemanları ve fonksiyonları birbirine benzer.
SİNİRLERİN UYARILMASI VE İMPULS İLETİMİ
SİNİRLERİN UYARILMASI VE İMPULS İLETİMİ
Sinir ve kas gibi uyarılabilen (excitable) dokuların istirahatten (dinlenim durumundan), uyarılmış hale geçmesi aksiyon potansiyelleri ile gerçekleşir. Aksiyon potansiyeli, bir hücre zarının, fiziksel, kimyasal veya elektriksel bir uyaran ile uyarılması ve zarın iki tarafındaki iyon dağılımının değişmesi ile bu uyarının akson boyunca iletilmesidir.
İstirahatte vücudumuzun bütün hücrelerinde hücre zarının iç ve dış yüzü arasında bir elektriksel potansiyel farkı vardır, yani hücre zarı polarize haldedir. Bu elektriksel potansiyel, anyon ve katyonların hücre içi ve dışında farklı konsantrasyonlarda dağılımı ile ortaya çıkar.
Eğer bir mikroelektrot hücre içine daldırılır, diğer bir elektrot ise ekstrasellüler ortamda tutulur ve aradaki potansiyel fark ölçülürse, istirahatte voltmetrede, hücre içinin dışa nazaran negatif bir voltaj taşıdığı görülür. Ölçüm hücre dışından yapılırsa, içe nazaran pozitif bir voltaj okunacaktır. İstirahat membran potansiyeli genel olarak; -10 ila -100mV arasında değişir. Salgı bezleri, eritrositler gibi uyarılamayan hücrelerde düşük (-10; -20mV gibi); sinir hücrelerinde; -70, -90 mV; iskelet kasında -90 mV; kalbin uyarı doğuran hücrelerinde ve düz kaslarda; -60, -65 mV gibi daha yüksek değerlerdedir.
Sinir ve kas gibi uyarılabilen (excitable) dokuların istirahatten (dinlenim durumundan), uyarılmış hale geçmesi aksiyon potansiyelleri ile gerçekleşir. Aksiyon potansiyeli, bir hücre zarının, fiziksel, kimyasal veya elektriksel bir uyaran ile uyarılması ve zarın iki tarafındaki iyon dağılımının değişmesi ile bu uyarının akson boyunca iletilmesidir.
İstirahatte vücudumuzun bütün hücrelerinde hücre zarının iç ve dış yüzü arasında bir elektriksel potansiyel farkı vardır, yani hücre zarı polarize haldedir. Bu elektriksel potansiyel, anyon ve katyonların hücre içi ve dışında farklı konsantrasyonlarda dağılımı ile ortaya çıkar.
Eğer bir mikroelektrot hücre içine daldırılır, diğer bir elektrot ise ekstrasellüler ortamda tutulur ve aradaki potansiyel fark ölçülürse, istirahatte voltmetrede, hücre içinin dışa nazaran negatif bir voltaj taşıdığı görülür. Ölçüm hücre dışından yapılırsa, içe nazaran pozitif bir voltaj okunacaktır. İstirahat membran potansiyeli genel olarak; -10 ila -100mV arasında değişir. Salgı bezleri, eritrositler gibi uyarılamayan hücrelerde düşük (-10; -20mV gibi); sinir hücrelerinde; -70, -90 mV; iskelet kasında -90 mV; kalbin uyarı doğuran hücrelerinde ve düz kaslarda; -60, -65 mV gibi daha yüksek değerlerdedir.
REFLÜ
Reflü Hastalığında Tanı Yöntemleri
• Yakınmaların varlığı / deneme tedavisi
• Baryumlu üst sindirim sistemi radyolojisi (ilaçlı mide filmi diye bilinir)
• Üst sindirim sistemi endoskopisi ve biyopsi (parça alınarak patolojide incelenmesi)
• 24 saat boyunca yemek borusuna kaçan asidin ölçülmesi (pH-metri)
• Yemek borusu kasılmalarının değerlendirilmesi (manometri)
• Sintigrafi (sadece çocuklarda ve kısıtlı yarar sağlar, erişkinlerde kullanılmıyor)
• Yemek borusuna asit verilerek yanma oluşup oluşmadığının testi
Gastroskopi
Baryumlu Grafi
Mide Boşalım Sintigrafisi
PH metre: PH metre, hastanın yutma borusunun içine incecik bir kateter yerleştirip yutma borusunun alt ucuna kaçan asit miktarını 24 saat boyunca sürekli ölçme esasına dayanan bir yöntemdir. Bu sayede elektronik olarak o kişide 24 saat içinde kaç kere asit reflü olduğu, bunun her seferinde kaç dakika sürdüğü ve en önemlisi hastanın reflü şikayeti anında bunun gerçekten reflüden kaynaklanıp kaynaklanmadığı net ve kesin olarak ortaya konulur. Yani hastanın şikayetleri matematiksel kriterlere dayandırılmış olur ve bu test sayesinde, şikayetleri çok tipik olmayan hastalara da doğru tanı koyabilmemiz olasıdır.
Hasta yatar uyur pozisyondayken,göğeüs ağrısı olunca ve yemek zamanında ilgili butonlara basar.
NASIL YAPILIR?
Bu işlem hasta uyutulmadan yapılmaktadır, çünkü hastanın bilinçli biçimde bize yardımcı olması
• Yakınmaların varlığı / deneme tedavisi
• Baryumlu üst sindirim sistemi radyolojisi (ilaçlı mide filmi diye bilinir)
• Üst sindirim sistemi endoskopisi ve biyopsi (parça alınarak patolojide incelenmesi)
• 24 saat boyunca yemek borusuna kaçan asidin ölçülmesi (pH-metri)
• Yemek borusu kasılmalarının değerlendirilmesi (manometri)
• Sintigrafi (sadece çocuklarda ve kısıtlı yarar sağlar, erişkinlerde kullanılmıyor)
• Yemek borusuna asit verilerek yanma oluşup oluşmadığının testi
Gastroskopi
Baryumlu Grafi
Mide Boşalım Sintigrafisi
PH metre: PH metre, hastanın yutma borusunun içine incecik bir kateter yerleştirip yutma borusunun alt ucuna kaçan asit miktarını 24 saat boyunca sürekli ölçme esasına dayanan bir yöntemdir. Bu sayede elektronik olarak o kişide 24 saat içinde kaç kere asit reflü olduğu, bunun her seferinde kaç dakika sürdüğü ve en önemlisi hastanın reflü şikayeti anında bunun gerçekten reflüden kaynaklanıp kaynaklanmadığı net ve kesin olarak ortaya konulur. Yani hastanın şikayetleri matematiksel kriterlere dayandırılmış olur ve bu test sayesinde, şikayetleri çok tipik olmayan hastalara da doğru tanı koyabilmemiz olasıdır.
Hasta yatar uyur pozisyondayken,göğeüs ağrısı olunca ve yemek zamanında ilgili butonlara basar.
NASIL YAPILIR?
Bu işlem hasta uyutulmadan yapılmaktadır, çünkü hastanın bilinçli biçimde bize yardımcı olması
SPERMATOGENEZ
SPERMATOGENEZ :
Spermatogonyumdan, spermatozoon oluşumuna kadar erkek tohum hücrelerinin gösterdiği histolojik süreç spermatogenez (spermatonezis) olarak adlandırılır. Yeni doğan bir erkek çocukta seminifer tübüllerde bol sertoli hücresi ve daha az sayıda spermatogonyum bulunur. Puberteye yaklaştıkça (cinsel olgunluk dönemi) spermatogonyumların sayısı artar. Puberte ile birlikte spermatozoa üretilmeye başlar. Bu üretim 45 yaşa kadar aktif olarak sürer. 45 yaştan sonra da azalarak yaşam boyu devam eder.
Spermatogenez olayını daha anlaşılır biçime sokmak için 3 döneme ayırmak mümkündür.
1. Spermatositogenezis : İlkel erkek cins hücrelerinin (spermatogonyumların) primer spermatositlere farlanmasıdır.
2. Mayoz Bölünme : primer spermatositlerin bölünüp sekonder spermatositlere dönüşmesi onlarında
Spermatogonyumdan, spermatozoon oluşumuna kadar erkek tohum hücrelerinin gösterdiği histolojik süreç spermatogenez (spermatonezis) olarak adlandırılır. Yeni doğan bir erkek çocukta seminifer tübüllerde bol sertoli hücresi ve daha az sayıda spermatogonyum bulunur. Puberteye yaklaştıkça (cinsel olgunluk dönemi) spermatogonyumların sayısı artar. Puberte ile birlikte spermatozoa üretilmeye başlar. Bu üretim 45 yaşa kadar aktif olarak sürer. 45 yaştan sonra da azalarak yaşam boyu devam eder.
Spermatogenez olayını daha anlaşılır biçime sokmak için 3 döneme ayırmak mümkündür.
1. Spermatositogenezis : İlkel erkek cins hücrelerinin (spermatogonyumların) primer spermatositlere farlanmasıdır.
2. Mayoz Bölünme : primer spermatositlerin bölünüp sekonder spermatositlere dönüşmesi onlarında
ERKEK GENİTAL SİSTEMİ ( ÜREME SİSTEMİ) HİSTOLOJİSİ
ERKEK GENİTAL SİSTEMİ (Organa genitalia masculina)( ÜREME SİSTEMİ) HİSTOLOJİSİ
Erkek genital (üreme) sistemi;
- Testisler (scrotum içinde 1 çift)
- Boşaltım yolları (testis içi ve testis dışı kanallar)
Testis içi genital kanallar;
-Tubuli recti
-Rete testis
Testis dışı genital kanallar;
-Duktili efferentes
-Duktus epididimis
-Duktus deferens
-Duktus ejakülatoryus
Erkek genital (üreme) sistemi;
- Testisler (scrotum içinde 1 çift)
- Boşaltım yolları (testis içi ve testis dışı kanallar)
Testis içi genital kanallar;
-Tubuli recti
-Rete testis
Testis dışı genital kanallar;
-Duktili efferentes
-Duktus epididimis
-Duktus deferens
-Duktus ejakülatoryus
PARKİNSON HASTALIĞI (paralysis Agitans)
PARKİNSON HASTALIĞI (paralysis Agitans)
Nigrostriatal sistemde dopamin kaybına bağlı olarak gelişir. Dopamin kaybı, direkt yolun etkinliğini azaltır. İndirekt yolun etkinliğini ise arttırır. Normalde nigro-striatal dopaminerjik noronlar, striatumda bulunan kolinerjik nöronlar üzerine inhibisyon yapar.
Parkinson Hastalığı, kas rijiditesi, istirahat tremoru, istemli hareketlerde yavaşlama (bradikinezi), veya hareket edememe (akinezi) ile karekterizedir
Eğer etyoloji (sebep) bilinmiyorsa bu sendroma Parkinsonizm denir.
Parkinsonizm: Influenzanın geç dönem komplikasyonu olarak ortaya çıkabildiği gibi, kafa travmaları, Alzheimer Hastalığı, metal zehirlenmeleri, anoksi, ensefalit, antipsikotik ilaçların uzun süreli kullanımı gibi nedenlerle de ortaya çıkabilir.
80’li yıllarda gençler arasında yaygın olarak kullanılan sentetik eroin, yapımında kullanılan MPTP (methyl phenyl tetrahydropyridine) maddesinin yıkımı esnasında ortaya çıkan ve toksik bir madde olan MPP (methyl phenylpiridine) nin de Parkinson’a yol açtığı görülmüştür. Parkinson aynı zamanda phenothiazine grup trankilizan ilaçların uzun süreli kullanımında bir komplikasyon olarak da ortaya çıkabilmektedir.
Nigrostriatal sistemde dopamin kaybına bağlı olarak gelişir. Dopamin kaybı, direkt yolun etkinliğini azaltır. İndirekt yolun etkinliğini ise arttırır. Normalde nigro-striatal dopaminerjik noronlar, striatumda bulunan kolinerjik nöronlar üzerine inhibisyon yapar.
Parkinson Hastalığı, kas rijiditesi, istirahat tremoru, istemli hareketlerde yavaşlama (bradikinezi), veya hareket edememe (akinezi) ile karekterizedir
Eğer etyoloji (sebep) bilinmiyorsa bu sendroma Parkinsonizm denir.
Parkinsonizm: Influenzanın geç dönem komplikasyonu olarak ortaya çıkabildiği gibi, kafa travmaları, Alzheimer Hastalığı, metal zehirlenmeleri, anoksi, ensefalit, antipsikotik ilaçların uzun süreli kullanımı gibi nedenlerle de ortaya çıkabilir.
80’li yıllarda gençler arasında yaygın olarak kullanılan sentetik eroin, yapımında kullanılan MPTP (methyl phenyl tetrahydropyridine) maddesinin yıkımı esnasında ortaya çıkan ve toksik bir madde olan MPP (methyl phenylpiridine) nin de Parkinson’a yol açtığı görülmüştür. Parkinson aynı zamanda phenothiazine grup trankilizan ilaçların uzun süreli kullanımında bir komplikasyon olarak da ortaya çıkabilmektedir.
BAZAL GANGLİONLAR
BAZAL GANGLİONLAR
Bazal ganglionlar, talamusun lateralinde ve her iki hemisferin derinlerinde yer alan nöron guruplarıdır. Nükleus caudatus, putamen, globus pallidus, substantia nigra ve subthalamic nükleuslardan oluşur. Amygdaloid nükleus da bu sistem ile yakın ilişkilidir.
- Bazal gangionlar, serebellumun lateral hemisferleri ile birlikte, istemli motor hareketin planlanması, başlatılması ve ardışık hareket paternlerinin belli bir düzen içinde başarılmasında rol oynar.
- Bazal ganglionlar, ekstrapiramidal sistemin bir komponenti olarak, öğrenilmiş hareketin bilinçaltı düzeyde (ancak bir hedefe yönelik), otomatik olarak yerine getirilmesinde, motor kortekse yardımcı olur.
- İstemli bir motor hareket önce korteksin duyusal assosiasyon alanlarında ‘düşünce’ şeklinde ortaya çıkar. Bazal ganglionların kaudat nükleus’unda ve serebellar lateral hemisferlerde hareketin planı yapılır. Daha sonra motor korteks inen yollarla (kortiko-spinal yollar) hareket emrini medulla spinalise yollar. Bazal ganglionlar ve lateral serebellumda ilgili nöronların, hareket başlamadan önce uyarıldıkları saptanmıştır.
- Bazal ganglionlar düşünceyi motor eyleme çevirir.
Bazal ganglionlar, talamusun lateralinde ve her iki hemisferin derinlerinde yer alan nöron guruplarıdır. Nükleus caudatus, putamen, globus pallidus, substantia nigra ve subthalamic nükleuslardan oluşur. Amygdaloid nükleus da bu sistem ile yakın ilişkilidir.
- Bazal gangionlar, serebellumun lateral hemisferleri ile birlikte, istemli motor hareketin planlanması, başlatılması ve ardışık hareket paternlerinin belli bir düzen içinde başarılmasında rol oynar.
- Bazal ganglionlar, ekstrapiramidal sistemin bir komponenti olarak, öğrenilmiş hareketin bilinçaltı düzeyde (ancak bir hedefe yönelik), otomatik olarak yerine getirilmesinde, motor kortekse yardımcı olur.
- İstemli bir motor hareket önce korteksin duyusal assosiasyon alanlarında ‘düşünce’ şeklinde ortaya çıkar. Bazal ganglionların kaudat nükleus’unda ve serebellar lateral hemisferlerde hareketin planı yapılır. Daha sonra motor korteks inen yollarla (kortiko-spinal yollar) hareket emrini medulla spinalise yollar. Bazal ganglionlar ve lateral serebellumda ilgili nöronların, hareket başlamadan önce uyarıldıkları saptanmıştır.
- Bazal ganglionlar düşünceyi motor eyleme çevirir.
Huntington Hastalığı
Huntington Hastalığı
Otozomal dominant geçişli kalıtsal bir hastalıktır. Orta yaşlarda, kaudat ve putamen harabiyeti ile başlar, progressif ve fataldir. Hatalı gen 4. kromozomun kısa kolunda ortaya çıkar. Glutamine kodlayan cytosine-adenin-guanine (CAG) nükleotidlerinin çok sayıda tekrarı ile (trinucleotid repeat) çok miktarda glutamine sentezlenir, bu da anormal ‘huntingtin’ proteininin sentezlenmesine, hücre nükleusunda aggregasyonlara ve toksisiteye yol açar. İlk belirtiler, ellerde bir hedefe uzanırken görülen, anormal hareket paternleridir. Daha sonra ortaya çıkan hiperkinetik, koreiform ve atetoik hareketler durmaksızın, hastayı tüketene kadar artarak devam eder.
Otozomal dominant geçişli kalıtsal bir hastalıktır. Orta yaşlarda, kaudat ve putamen harabiyeti ile başlar, progressif ve fataldir. Hatalı gen 4. kromozomun kısa kolunda ortaya çıkar. Glutamine kodlayan cytosine-adenin-guanine (CAG) nükleotidlerinin çok sayıda tekrarı ile (trinucleotid repeat) çok miktarda glutamine sentezlenir, bu da anormal ‘huntingtin’ proteininin sentezlenmesine, hücre nükleusunda aggregasyonlara ve toksisiteye yol açar. İlk belirtiler, ellerde bir hedefe uzanırken görülen, anormal hareket paternleridir. Daha sonra ortaya çıkan hiperkinetik, koreiform ve atetoik hareketler durmaksızın, hastayı tüketene kadar artarak devam eder.
SEREBELLUM
SEREBELLUM
Serebellum, posterior kranial fossada yerleşmiştir. Önünde bulunan pons, medulla ve mezensefelona serebellar pediküller vasıtası ile tutunur. Serebellumdan medulla spinalise inen direkt bir yol yoktur.
Görevi:
- Motor hareketleri yaptıran beyin yapılarından, hareketlerin programı ve yapılışı ile ilgili motor, medulla spinalisden duyusal bilgiler alır. Motor bir hareket başladıktan sonra bu hareketin plana uygun yapılıp yapılmadığını kontrol ederek; motor kortekse, gerekli düzeltici impulslarını gönderir. Serebellum, beyin sapında inen motor yollara da lifler gönderir.
- Bir hareketten diğerine geçişte, motor aktivitelerin zamanlamasını ve şiddetini ayarlar. Başlamış bir hareket henüz devam ederken, sonraki ardışık hareketin önceden planlanmasında rol oynar.
- Koşma, daktilo yazma, piyano çalma, konuşma gibi çok hızlı ve öğrenilmiş motor aktivitelerde kısa devre oluşturarak; hareketin hızlı ve koordine bir şekilde gerçekleşmesini sağlar.
Serebellum, posterior kranial fossada yerleşmiştir. Önünde bulunan pons, medulla ve mezensefelona serebellar pediküller vasıtası ile tutunur. Serebellumdan medulla spinalise inen direkt bir yol yoktur.
Görevi:
- Motor hareketleri yaptıran beyin yapılarından, hareketlerin programı ve yapılışı ile ilgili motor, medulla spinalisden duyusal bilgiler alır. Motor bir hareket başladıktan sonra bu hareketin plana uygun yapılıp yapılmadığını kontrol ederek; motor kortekse, gerekli düzeltici impulslarını gönderir. Serebellum, beyin sapında inen motor yollara da lifler gönderir.
- Bir hareketten diğerine geçişte, motor aktivitelerin zamanlamasını ve şiddetini ayarlar. Başlamış bir hareket henüz devam ederken, sonraki ardışık hareketin önceden planlanmasında rol oynar.
- Koşma, daktilo yazma, piyano çalma, konuşma gibi çok hızlı ve öğrenilmiş motor aktivitelerde kısa devre oluşturarak; hareketin hızlı ve koordine bir şekilde gerçekleşmesini sağlar.
ALT ve ÜST MOTOR NÖRONLAR ve LEZYONLARI
ALT ve ÜST MOTOR NÖRONLAR ve LEZYONLARI
Direkt olarak iskelet kaslarını innerve eden motor (ve kranial) nöronlar ve bunların aksonlarına, ‘alt motor nöron’; alt motor nöronları uyaran üst merkezlere ise ‘üst motornöronlar’ denir.
Alt motor nöron lezyonlarında, o seviyede, kasa giden motor sinir harab olduğu için, kasda refleks, otomatik, istemli hiçbir kasılma ortaya çıkmaz. Dolayısı ile kasda, paralizi, tonus kaybı (flasidite), refleks kaybı, ve atrofi gelişir. Denervasyonun ilk haftalarında EMG’de fibrilasyon ve fasikülasyon dalgaları gibi denervasyon potansiyelleri görülür. Kas tutulumları; hasarlanmış motor sinirin innerve ettiği kaslarla sınırlıdır.
Üst motor nöron lezyonları, ekstremitelerde zayıflık (parezi) veya felç (paralizi) ve kas tonusu değişiklikleri ile karakterizedir. Genel olarak antigravite kaslarında hipertonisite (spastisite) ortaya çıkar. Antigravite kasları alt ekstremitelerde ektansör aksial kaslar; üst ekstremite de ise fleksör kaslardır.
Paralize ekstremitelerde, hipertonisite ve tendon reflekslerinde şiddetlenme (hiperaktif refleksler) be buna bağlı olarak; ‘sustalı çakı fenomeni’ ve ‘klonus’ gibi patolojik refleksler ortaya çıkar. Babinski belirtisi ise, piramidal sistemin harabiyetini gösteren özgün bir patolojik refleksdir.
Direkt olarak iskelet kaslarını innerve eden motor (ve kranial) nöronlar ve bunların aksonlarına, ‘alt motor nöron’; alt motor nöronları uyaran üst merkezlere ise ‘üst motornöronlar’ denir.
Alt motor nöron lezyonlarında, o seviyede, kasa giden motor sinir harab olduğu için, kasda refleks, otomatik, istemli hiçbir kasılma ortaya çıkmaz. Dolayısı ile kasda, paralizi, tonus kaybı (flasidite), refleks kaybı, ve atrofi gelişir. Denervasyonun ilk haftalarında EMG’de fibrilasyon ve fasikülasyon dalgaları gibi denervasyon potansiyelleri görülür. Kas tutulumları; hasarlanmış motor sinirin innerve ettiği kaslarla sınırlıdır.
Üst motor nöron lezyonları, ekstremitelerde zayıflık (parezi) veya felç (paralizi) ve kas tonusu değişiklikleri ile karakterizedir. Genel olarak antigravite kaslarında hipertonisite (spastisite) ortaya çıkar. Antigravite kasları alt ekstremitelerde ektansör aksial kaslar; üst ekstremite de ise fleksör kaslardır.
Paralize ekstremitelerde, hipertonisite ve tendon reflekslerinde şiddetlenme (hiperaktif refleksler) be buna bağlı olarak; ‘sustalı çakı fenomeni’ ve ‘klonus’ gibi patolojik refleksler ortaya çıkar. Babinski belirtisi ise, piramidal sistemin harabiyetini gösteren özgün bir patolojik refleksdir.
VÜCUDUN AKSİAL VE DİSTAL KASLARININ KONTROLU
VÜCUDUN AKSİAL VE DİSTAL KASLARININ KONTROLU
Beyin sapı ve medulla spinalisin medial ve ventral bölgelerine ait yollar (ventro-medial yollar), gövde kaslarını ve ekstremitelerin proksimal kısımlarını innerve eder. Yani omuz kuşağı, kalça kuşağı ve bunlara ait büyük (aksial) kaslar ventromadial sistem tarafından innerve edilir. Dorso-lateral bölgelerde ise, ekstremitelerin distal parçalarının kaslarına giden motor nöronlar bulunur.
Aksial kaslar, vücudun güçlü kasılan, antigravite kaslarıdır. Genellikle otomatik olarak kasılır ve vücudun postüral düzeltmelerini yapar, yani istemli bir harekete temel oluşturacak postür ve pozisyonları ayarlar.
Distal ekstremite kasları ise, hızlı, ince, hassas hareketleri gerektiren el ve ayak kasları, özellikle de fleksör kaslardır.
Buna göre, beynin özellikle premotor ve supplementer bölgelerinden başlayan, bazal ganglionlar ve beyin sapına uğrayarak, medulla spinalise inen, retikulospinal, vestibulospinal, tektospinal ve anterior kortikospinal yollar, medulla spinalisin ventro-medialinde sonlanarak; ekstensör (aksial ve antigravite kasları) kasların ve motor nöronlarını innerve ederler. Filojenetik olarak daha eski olan bu ventro-medial sistem, insan ve hayvanda, kaba, gros, otomatik hareketleri (yürüme, koşma, postür ve pozisyonlar) integre eder. Filojenetik olarak daha yeni olan lateral sistem ise, kortikospinalis ve rubrospinalisden oluşur ve daha gelişmiş bir fonksiyon olan el ve parmakların istemli fleksiyon hareketlerini yönetir.
Lateral Sistem Yolları
Traktus Corticospinalis Lateralis (Pyramidal yol):
Beyin sapı ve medulla spinalisin medial ve ventral bölgelerine ait yollar (ventro-medial yollar), gövde kaslarını ve ekstremitelerin proksimal kısımlarını innerve eder. Yani omuz kuşağı, kalça kuşağı ve bunlara ait büyük (aksial) kaslar ventromadial sistem tarafından innerve edilir. Dorso-lateral bölgelerde ise, ekstremitelerin distal parçalarının kaslarına giden motor nöronlar bulunur.
Aksial kaslar, vücudun güçlü kasılan, antigravite kaslarıdır. Genellikle otomatik olarak kasılır ve vücudun postüral düzeltmelerini yapar, yani istemli bir harekete temel oluşturacak postür ve pozisyonları ayarlar.
Distal ekstremite kasları ise, hızlı, ince, hassas hareketleri gerektiren el ve ayak kasları, özellikle de fleksör kaslardır.
Buna göre, beynin özellikle premotor ve supplementer bölgelerinden başlayan, bazal ganglionlar ve beyin sapına uğrayarak, medulla spinalise inen, retikulospinal, vestibulospinal, tektospinal ve anterior kortikospinal yollar, medulla spinalisin ventro-medialinde sonlanarak; ekstensör (aksial ve antigravite kasları) kasların ve motor nöronlarını innerve ederler. Filojenetik olarak daha eski olan bu ventro-medial sistem, insan ve hayvanda, kaba, gros, otomatik hareketleri (yürüme, koşma, postür ve pozisyonlar) integre eder. Filojenetik olarak daha yeni olan lateral sistem ise, kortikospinalis ve rubrospinalisden oluşur ve daha gelişmiş bir fonksiyon olan el ve parmakların istemli fleksiyon hareketlerini yönetir.
Lateral Sistem Yolları
Traktus Corticospinalis Lateralis (Pyramidal yol):
MOTOR FONKSİYONUN KORTİKAL SEVİYELERE AİT KONTROLU
MOTOR FONKSİYONUN KORTİKAL SEVİYELERE AİT KONTROLU
Serebral korteks, istemli hareketin planlanması ve gerçekleştirilmesi ile ilgilidir. Korteks; ekstra pyramidal motor yollar aracılığı ile, bazal ganglionlar, beyin sapı, serebellum, medulla spinalis gibi alt beyin bölgelerinin üzerinden otomatik ve refleks aktiviteyi, başlatır ve kontrol eder. Korteks; çok ince, ayrıntılı, hassas işler yapan el ve parmak kaslarına ait aktiviteyi pyramidal sistem ile kontrol eder. Pyramidal liflerin çoğu, bazal ganglionlar ve beyin sapına uğramadan, motor korteksden direkt olarak medulla spinalise iner veya kortikobulbar (corticonuclear) yolla baş ve yüze gider. Bu direkt lifler, aradaki sinaps sayısının azalmasından dolayı, aktiviteyi hızlandırır.
Motor Korteks
Sulcus Centralis’in önünde, frontal lobun arka kısmı motor korteksi oluşturur. Central sulkus’un arkasında parietal lobda ise somatik duyusal alan yer alır. Periferden gelen somatik duyular arasında motor harekette en çok rolü olan duyu, kas eklem ve tendonların o anki durumunu belirleyen ‘proprioception’ duyusudur.
Motor Korteks:
1- Primer Motor Korteks
3- Premotor Korteks
3- Supplementer Alan olmak üzere 3 bölümde incelenir. Her birinin kontrol ettiği kaslarla ilgili bir topoğrafik bir organizasyonu vardır.
Serebral korteks, istemli hareketin planlanması ve gerçekleştirilmesi ile ilgilidir. Korteks; ekstra pyramidal motor yollar aracılığı ile, bazal ganglionlar, beyin sapı, serebellum, medulla spinalis gibi alt beyin bölgelerinin üzerinden otomatik ve refleks aktiviteyi, başlatır ve kontrol eder. Korteks; çok ince, ayrıntılı, hassas işler yapan el ve parmak kaslarına ait aktiviteyi pyramidal sistem ile kontrol eder. Pyramidal liflerin çoğu, bazal ganglionlar ve beyin sapına uğramadan, motor korteksden direkt olarak medulla spinalise iner veya kortikobulbar (corticonuclear) yolla baş ve yüze gider. Bu direkt lifler, aradaki sinaps sayısının azalmasından dolayı, aktiviteyi hızlandırır.
Motor Korteks
Sulcus Centralis’in önünde, frontal lobun arka kısmı motor korteksi oluşturur. Central sulkus’un arkasında parietal lobda ise somatik duyusal alan yer alır. Periferden gelen somatik duyular arasında motor harekette en çok rolü olan duyu, kas eklem ve tendonların o anki durumunu belirleyen ‘proprioception’ duyusudur.
Motor Korteks:
1- Primer Motor Korteks
3- Premotor Korteks
3- Supplementer Alan olmak üzere 3 bölümde incelenir. Her birinin kontrol ettiği kaslarla ilgili bir topoğrafik bir organizasyonu vardır.
BEYİN SAPI VE RETİKÜLER FORMASYON
BEYİN SAPI VE RETİKÜLER FORMASYON
Beyin sapında bulunan bir kısım nöronlar, ‘Formatio Retikularis’i oluşturur. Retiküler formasyonun üst sınırında thalamus, hypothalamus, aşağıda medulla spinalis yer alır. Bu alandaki büyük nöronların fonksiyonları motor; küçük nöronların fonksiyonları duyusaldır.
Formatio Reticularis’in mid-pontil seviyeden itibaren üst bölgesini oluşturan pons ve mesencephelon bölgeleri kolaylaştırıcı (facilitatory) alan adını alır. Bu bölgeden medulla spinalise inen motor lifler, medulla spinalis alfa ve gama motor nöronlarını uyarır (excite eder). Retikuler formasyonun bu bölgesine ‘Retiküler Fasilitatör Alan’ denir. İstirahatte bu bölgeden gelen liflerin taşıdığı küçük voltajlar, uyarılma eşiği düşük bazı alfa ve gama motor nöronlarını (özellikle büyük motor üniteleri) uyararak; bunlara ait kas liflerinin hafif hafif kasılmasını ve dolayısı ile (kas iğcikleri ile beraber) kas tonusunu da sağlar. Korteksden bir hareket emri geldiğinde ise bu alanın deşarjları da artar.
Retiküler formasyonun fasilitatör alanında bulunan küçük duyusal nöronlar ise, kortekse, özellikle de prefrontal alanlara uzanan aksonlar gönderir ve korteksi uyarırlar. Bu lifler, ‘Reticular Activatory System, RAS’ı oluşturur. RAS lifleri kortekse çıkmadan önce talamus’a uğrar. Talamus beynin, o an için gerekli duyulara karşı dikkatini yönlendirir. RAS lifleri, ya talamusda genel (generalize) bir aktivasyon oluşturur ve beyinde genel bir uyanıklık, dikkat hali meydana gelir; ya da talamusun, görme, işitme, somatik duyularla ilgili çekirdeklerine giderek; korteksin belli duyulara karşı dikkatini arttırır. Ayrıca RAS üzerine korteksden gelen motor uyarıların da etkisi vardır. Buna göre motor hareketler beyni canlı ve uyanık tutar (sabah uykumuzun açılması için gerinmemiz gibi). Böylece RAS, çeşitli derecelerde, beynin uyanıklığını, dikkatini (alert
Beyin sapında bulunan bir kısım nöronlar, ‘Formatio Retikularis’i oluşturur. Retiküler formasyonun üst sınırında thalamus, hypothalamus, aşağıda medulla spinalis yer alır. Bu alandaki büyük nöronların fonksiyonları motor; küçük nöronların fonksiyonları duyusaldır.
Formatio Reticularis’in mid-pontil seviyeden itibaren üst bölgesini oluşturan pons ve mesencephelon bölgeleri kolaylaştırıcı (facilitatory) alan adını alır. Bu bölgeden medulla spinalise inen motor lifler, medulla spinalis alfa ve gama motor nöronlarını uyarır (excite eder). Retikuler formasyonun bu bölgesine ‘Retiküler Fasilitatör Alan’ denir. İstirahatte bu bölgeden gelen liflerin taşıdığı küçük voltajlar, uyarılma eşiği düşük bazı alfa ve gama motor nöronlarını (özellikle büyük motor üniteleri) uyararak; bunlara ait kas liflerinin hafif hafif kasılmasını ve dolayısı ile (kas iğcikleri ile beraber) kas tonusunu da sağlar. Korteksden bir hareket emri geldiğinde ise bu alanın deşarjları da artar.
Retiküler formasyonun fasilitatör alanında bulunan küçük duyusal nöronlar ise, kortekse, özellikle de prefrontal alanlara uzanan aksonlar gönderir ve korteksi uyarırlar. Bu lifler, ‘Reticular Activatory System, RAS’ı oluşturur. RAS lifleri kortekse çıkmadan önce talamus’a uğrar. Talamus beynin, o an için gerekli duyulara karşı dikkatini yönlendirir. RAS lifleri, ya talamusda genel (generalize) bir aktivasyon oluşturur ve beyinde genel bir uyanıklık, dikkat hali meydana gelir; ya da talamusun, görme, işitme, somatik duyularla ilgili çekirdeklerine giderek; korteksin belli duyulara karşı dikkatini arttırır. Ayrıca RAS üzerine korteksden gelen motor uyarıların da etkisi vardır. Buna göre motor hareketler beyni canlı ve uyanık tutar (sabah uykumuzun açılması için gerinmemiz gibi). Böylece RAS, çeşitli derecelerde, beynin uyanıklığını, dikkatini (alert
Amyotrophic Lateral Sclerosis
Amyotrophic Lateral Sclerosis
Amyotrophic Lateral Sclerosis (ALS): Kas zayıflığı ve atrofi ile karakterize, progressif (ilerleyici) bir hastalıktır. Genellikle 1-5 yıl içinde bütün istemli hareketler, yürüme, konuşma, yutma ve solunum fonksiyonlarında gerilemeler olur ve hasta solunum yetersizliğine bağlı olarak kaybedilir.
Hastalık duyuları, zeka ve bilişsel fonksiyonları etkilemediği için bilinç bozulmaz. 1936’da bu hastalığa yakalanan meşhur bir beyzbol oyuncusuna atfen Amerika’da bu hastalığa, Lou Gehrig hastalığı da denmektedir.
Kas zayıflığı ve paralizinin nedeni motor ünite hasarıdır. Özellikle medulla spinalis alfa motor nöronlarında ve bu nöronları ıinnerve eden kortikal motor nöronlarda dejenerasyon ortaya çıkar. ALS’nin esas sebebi bilinmemekle birlikte, küçük bir yüzdesinin genetik faktörlere bağlı olduğu düşünülmektedir. Genetik olarak superoksit dismutaz, SOD (bir anti oksidan) sentezleten gende bir mutasyonun ortaya çıkması ile hücrelerde süperoksit radikali oluşmakta, bu reaktif oksijen metaboliti ise, hücrede toksisite ve geri dönüşümsüz bir hasar oluşturmaktadır.
Not: Süperoksit radikali O2-, hücrenin oksidatif metabolizması esnasında oluşan, negatif yüklü, toksik bir
Amyotrophic Lateral Sclerosis (ALS): Kas zayıflığı ve atrofi ile karakterize, progressif (ilerleyici) bir hastalıktır. Genellikle 1-5 yıl içinde bütün istemli hareketler, yürüme, konuşma, yutma ve solunum fonksiyonlarında gerilemeler olur ve hasta solunum yetersizliğine bağlı olarak kaybedilir.
Hastalık duyuları, zeka ve bilişsel fonksiyonları etkilemediği için bilinç bozulmaz. 1936’da bu hastalığa yakalanan meşhur bir beyzbol oyuncusuna atfen Amerika’da bu hastalığa, Lou Gehrig hastalığı da denmektedir.
Kas zayıflığı ve paralizinin nedeni motor ünite hasarıdır. Özellikle medulla spinalis alfa motor nöronlarında ve bu nöronları ıinnerve eden kortikal motor nöronlarda dejenerasyon ortaya çıkar. ALS’nin esas sebebi bilinmemekle birlikte, küçük bir yüzdesinin genetik faktörlere bağlı olduğu düşünülmektedir. Genetik olarak superoksit dismutaz, SOD (bir anti oksidan) sentezleten gende bir mutasyonun ortaya çıkması ile hücrelerde süperoksit radikali oluşmakta, bu reaktif oksijen metaboliti ise, hücrede toksisite ve geri dönüşümsüz bir hasar oluşturmaktadır.
Not: Süperoksit radikali O2-, hücrenin oksidatif metabolizması esnasında oluşan, negatif yüklü, toksik bir
REFLEKS
REFLEKS
Refleks, organizmanın bir uyarana karşı oluşturduğu en hızlı motor cevaptır. Bir refleks arkı: duyu organı, afferent nöron, MSS içinde bir veya çok sayıda sinaps, efferent nöron ve effektör organdan oluşur. Bu arkın herhangi bir noktasında bir kopma meydana gelmesi halinde refleks ortaya çıkmaz. Afferent duyusal sinirler, reseptörden aldıkları uyaranı medulla spinalis arka köklerinden girerek, medulla spinalise taşır. Efferent motor sinirler ise, medulla spinalisin ön boynuzundan çıkar. Buna göre medulla spinalisin arka kökleri duyusal; ön kökleri motor lifler içerir. Buna Bell Magendie yasası denir.
Refleks oluşumunda, bir uyarana bağlı olarak, duyu organı veya reseptörde bir reseptör potansiyeli meydana gelir. Uyaran, eşik veya eşik üstü şiddete ulaştığında bu reseptör potansiyeli aff. duyu lifinde iletilebilir bir aksiyon potansiyelinine dönüşür. Merkezi sinir sistemine (beyin veya medulla spinalis) giren duyu lifi, merkezde bir efferent motor nöron ile monosinaptik veya polisinaptik bağlantı yapar. Motor sinirde bir aksiyon potansiyeli oluşursa uyarı, iskelet kası, kalp, düz kas gibi effektör organı uyarır. İletilebilen aksiyon potansiyellerinin oluşmasında MSS içinde, sinaptik bağlantılara etki eden fasilitasyon, sumasyon, inhibisyon ve oklüzyonların rolü vardır ve bir motor nöronun uyarılması bu etkilerin cebirsel toplamı ile tayin edilir.
SPİNAL REFLEKSLER
Medulla spinalisde integre edilen refleksler:
1- Kas tonusunu oluşturur ve yer çekimine karşı ayakta durmayı sağlar.
2- Tendon reflekslerini ve diğer bazı primitif refleksleri ortaya çıkarır.
MONOSİNAPTİK REFLEKSLER
GERİLME REFLEKSİ (Myotatik Refleks)
Refleks, organizmanın bir uyarana karşı oluşturduğu en hızlı motor cevaptır. Bir refleks arkı: duyu organı, afferent nöron, MSS içinde bir veya çok sayıda sinaps, efferent nöron ve effektör organdan oluşur. Bu arkın herhangi bir noktasında bir kopma meydana gelmesi halinde refleks ortaya çıkmaz. Afferent duyusal sinirler, reseptörden aldıkları uyaranı medulla spinalis arka köklerinden girerek, medulla spinalise taşır. Efferent motor sinirler ise, medulla spinalisin ön boynuzundan çıkar. Buna göre medulla spinalisin arka kökleri duyusal; ön kökleri motor lifler içerir. Buna Bell Magendie yasası denir.
Refleks oluşumunda, bir uyarana bağlı olarak, duyu organı veya reseptörde bir reseptör potansiyeli meydana gelir. Uyaran, eşik veya eşik üstü şiddete ulaştığında bu reseptör potansiyeli aff. duyu lifinde iletilebilir bir aksiyon potansiyelinine dönüşür. Merkezi sinir sistemine (beyin veya medulla spinalis) giren duyu lifi, merkezde bir efferent motor nöron ile monosinaptik veya polisinaptik bağlantı yapar. Motor sinirde bir aksiyon potansiyeli oluşursa uyarı, iskelet kası, kalp, düz kas gibi effektör organı uyarır. İletilebilen aksiyon potansiyellerinin oluşmasında MSS içinde, sinaptik bağlantılara etki eden fasilitasyon, sumasyon, inhibisyon ve oklüzyonların rolü vardır ve bir motor nöronun uyarılması bu etkilerin cebirsel toplamı ile tayin edilir.
SPİNAL REFLEKSLER
Medulla spinalisde integre edilen refleksler:
1- Kas tonusunu oluşturur ve yer çekimine karşı ayakta durmayı sağlar.
2- Tendon reflekslerini ve diğer bazı primitif refleksleri ortaya çıkarır.
MONOSİNAPTİK REFLEKSLER
GERİLME REFLEKSİ (Myotatik Refleks)
NEOKORTEKSİN FONKSİYONLARI
NEOKORTEKSİN FONKSİYONLARI
Fil, balina ve yunus balığı gibi bazı hayvanların beyni insan beyninden daha büyük olmakla birlikte, beynin vücuda oranı açısından değerlendirildiğinde insan beyni diğer bütün yaratıkların beyninden daha büyüktür. İnsan beynini diğer canlıların beyinlerinden farklı kılan en gelişmiş bölgeler: Frontal Assosiasyon alanı, Parieto-tempora-occipital Assosiasyon alanı (Wernicke alanı) ve Temporal Assosiasyon alanlarıdır.
Bazı türlerde de görülebildiği gibi insan beyninin bir özelliği de bir serebral lateralizasyona sahip olmasıdır.
Baskın Hemisfer (Cerebral Dominance)
İnsanda konuşma, yazma gibi entellektüel fonksiyonlar ve diğer bazı motor fonksiyonlara ait beyin bölgeleri genellikle bir hemisferde daha çok gelişmiştir. Bu hemisfere dominant hemisfer denir ve insanların % 91’inde sol hemisfer dominantdır. Bu kişilerin de %96’sı sağ elini daha rahat ve fonksiyonel bir biçimde kullanır. Buna göre bu kişilerin sağ hemisferleri ise kabaca nondominant sayılabilir. İnsanların %4’ünde ise sağ hemisfer dominantdır. Geri kalan bölümde her iki hemisferde baskınlık açısından bir fark olmayabilir. Ancak son yıllarda solakların %15’inde beklendiği gibi sağ hemisfer; diğer %15’inde her iki hemisfer ve kalan %70’inde ise yine sol hemisferde dominantlık olduğu saptanmıştır.
Fil, balina ve yunus balığı gibi bazı hayvanların beyni insan beyninden daha büyük olmakla birlikte, beynin vücuda oranı açısından değerlendirildiğinde insan beyni diğer bütün yaratıkların beyninden daha büyüktür. İnsan beynini diğer canlıların beyinlerinden farklı kılan en gelişmiş bölgeler: Frontal Assosiasyon alanı, Parieto-tempora-occipital Assosiasyon alanı (Wernicke alanı) ve Temporal Assosiasyon alanlarıdır.
Bazı türlerde de görülebildiği gibi insan beyninin bir özelliği de bir serebral lateralizasyona sahip olmasıdır.
Baskın Hemisfer (Cerebral Dominance)
İnsanda konuşma, yazma gibi entellektüel fonksiyonlar ve diğer bazı motor fonksiyonlara ait beyin bölgeleri genellikle bir hemisferde daha çok gelişmiştir. Bu hemisfere dominant hemisfer denir ve insanların % 91’inde sol hemisfer dominantdır. Bu kişilerin de %96’sı sağ elini daha rahat ve fonksiyonel bir biçimde kullanır. Buna göre bu kişilerin sağ hemisferleri ise kabaca nondominant sayılabilir. İnsanların %4’ünde ise sağ hemisfer dominantdır. Geri kalan bölümde her iki hemisferde baskınlık açısından bir fark olmayabilir. Ancak son yıllarda solakların %15’inde beklendiği gibi sağ hemisfer; diğer %15’inde her iki hemisfer ve kalan %70’inde ise yine sol hemisferde dominantlık olduğu saptanmıştır.
MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ FONKSİYONLARININ ÜÇ BÜYÜK SEVİYESİ
MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ FONKSİYONLARININ ÜÇ BÜYÜK SEVİYESİ
Medulla Spinalis (spinal kord) Seviyesi:
Spinal kord periferden gelen duyusal sinyalleri beyine, beyinden gelen motor emirleri vücuda ileten bir istasyon görevi yapar. Ancak servikal seviyelerden yapılan bir spinal kord kesisi ile modellenen spinal hayvanın; 1- yürüme hareketlerine benzer paternler oluşturabildiği 2- fleksiyon ve çapraz ekstensiyon reflekslerini oluşturabildiği 3- vücudun yer çekimine karşı desteklenmesini mümkün kılan ekstansiyon hareketlerini yapabildiği, 4- bazı gastrointestinal refleksler ve lokal kan damarlarının kontrolü ile ilgili reflekslerin ortaya çıkabildiği görülür.
Alt Beyin Seviyesi:
Vücudun bilinç dışı yaptığı aktivitelerin çoğu bulbus, pons, mesensefelon, hipotalamus, serebellum ve bazal ganglionlar gibi subkortikal seviyelerde kontrol edilir. Arterial basıncın şuura yansımayan kontrolü medulla ve ponstadır. Dengenin kontrolü yine serebellumdaki bazı loblarla, bulbus, pons ve mesensefelondaki bazı nöron guruplarının işbirliği ile yapılır.
Medulla Spinalis (spinal kord) Seviyesi:
Spinal kord periferden gelen duyusal sinyalleri beyine, beyinden gelen motor emirleri vücuda ileten bir istasyon görevi yapar. Ancak servikal seviyelerden yapılan bir spinal kord kesisi ile modellenen spinal hayvanın; 1- yürüme hareketlerine benzer paternler oluşturabildiği 2- fleksiyon ve çapraz ekstensiyon reflekslerini oluşturabildiği 3- vücudun yer çekimine karşı desteklenmesini mümkün kılan ekstansiyon hareketlerini yapabildiği, 4- bazı gastrointestinal refleksler ve lokal kan damarlarının kontrolü ile ilgili reflekslerin ortaya çıkabildiği görülür.
Alt Beyin Seviyesi:
Vücudun bilinç dışı yaptığı aktivitelerin çoğu bulbus, pons, mesensefelon, hipotalamus, serebellum ve bazal ganglionlar gibi subkortikal seviyelerde kontrol edilir. Arterial basıncın şuura yansımayan kontrolü medulla ve ponstadır. Dengenin kontrolü yine serebellumdaki bazı loblarla, bulbus, pons ve mesensefelondaki bazı nöron guruplarının işbirliği ile yapılır.
SİNİR SİSTEMİNİN MOTOR VE İNTEGRATİF(Bütünleştirici) FONKSİYONU
SİNİR SİSTEMİNİN MOTOR VE İNTEGRATİF FONKSİYONU
Genel olarak sinir sistemi kas kontraksiyonu, hızla değişen visseral olaylar, bazı sekresyon fonksiyonları gibi vücudun hızlı aktivitelerini kontrol eder. Buna karşılık endokrin sistem ise vücudun daha uzun süreli, ani değişmeyen metabolik olaylarından sorumludur. Ancak vücudun hemen hemen tüm fonksiyonlarında her ikisinin de rolü vardır.
Filojenetik olarak canlının evrim düzeyi yükseldikçe canlı, içinde yaşadığı ortamı daha iyi tanımak, çevre koşullarına uyum sağlamak amacı ile sinir sistemini geliştirmiş, çeşitli duyu organları ortaya çıkmış ve gelen duyusal uyaranlara tepki verebilecek bir motor sistem oluşmuştur. Evrim düzeyi yükseldikçe merkezi sinir sistemini (MSS) oluşturan medulla spinalis üzerine yeni beyin yapıları eklenmiş ve her yeni beyin kısmı bir alttakini kontrol altına alıp, daha üstün bir nitelik kazanmıştır.
Bazı duyu algılamaları hariç insan beyni en gelişmiş yapıya sahiptir. İnsan beynini diğer canlıların beyninden üstün kılan nitelikler:
1- Hayal etme gücü, yaratıcılık
2- Düşünebilme, konuşabilme
3- Deneyimlerini saklayabilme ve anımsayabilme (bellek gücü)
4- Olaylar arasında ilişki kurabilme ve olayları birbiri ile karşılaştırabilme
5- Üstün zekadır.
Üstün Zeka
Genel olarak sinir sistemi kas kontraksiyonu, hızla değişen visseral olaylar, bazı sekresyon fonksiyonları gibi vücudun hızlı aktivitelerini kontrol eder. Buna karşılık endokrin sistem ise vücudun daha uzun süreli, ani değişmeyen metabolik olaylarından sorumludur. Ancak vücudun hemen hemen tüm fonksiyonlarında her ikisinin de rolü vardır.
Filojenetik olarak canlının evrim düzeyi yükseldikçe canlı, içinde yaşadığı ortamı daha iyi tanımak, çevre koşullarına uyum sağlamak amacı ile sinir sistemini geliştirmiş, çeşitli duyu organları ortaya çıkmış ve gelen duyusal uyaranlara tepki verebilecek bir motor sistem oluşmuştur. Evrim düzeyi yükseldikçe merkezi sinir sistemini (MSS) oluşturan medulla spinalis üzerine yeni beyin yapıları eklenmiş ve her yeni beyin kısmı bir alttakini kontrol altına alıp, daha üstün bir nitelik kazanmıştır.
Bazı duyu algılamaları hariç insan beyni en gelişmiş yapıya sahiptir. İnsan beynini diğer canlıların beyninden üstün kılan nitelikler:
1- Hayal etme gücü, yaratıcılık
2- Düşünebilme, konuşabilme
3- Deneyimlerini saklayabilme ve anımsayabilme (bellek gücü)
4- Olaylar arasında ilişki kurabilme ve olayları birbiri ile karşılaştırabilme
5- Üstün zekadır.
Üstün Zeka
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)